Welcome to Spain
Hem de ne welcome! Uçak Madrid’e iner inmez hispanik seyahat kankalarımı buldum. Beraber valizleri almaya giderken İspanyol kız Beatriz: “babam beni almaya gelecek, siz de gelsenize, bizim restoranda kahvaltı ederiz” dedi. Bu cazip teklif karşısında vereceğim cevabı tahmin edebiliyorsunuzdur herhalde…
Valizleri alıp otoparka gittik, kızın babası Jesus oradaydı. Kısa bir tanışma faslının ardından arabaya atlayıp yola koyulduk. Bir yandan Jesus Dayıyla muhabbet edip bir yandan da çevreyi inceliyordum. Şehrin dış yolları bana Ankara’yı anımsattı. Jesus Dayı da ülkedeki durumu, terörü, darbeyi filan sordu. İkna edici cevaplarımla beynini yıkarken yol bitti.
Küçük şirin, kafe restoran arası bir yere gelmiştik. Oturunca, kahve, kızarmış eppek, reçel vesaire koydular. Bir güzel yiyip fotoğraf çekildik:
Elim göbeğimde kaykılıp; “ulan ne şanslı adamım bee” diye kendi kendime gıpta ederken daha şanslı olduğumu hissettiren bir şey oldu. Kız, beni 40 dakika uzaklıktaki Alcala’ya arabayla bırakacaklarını söyledi! O an gerçekten oha falan oldum. İspanya ve Erasmus hayatına bundan daha ballı, bundan daha güzel başlanamazdı. Gerçekten İspanya’ya hoş gelmiştim ve de hoş bulmuştum.
Tekrar atladık arabaya, git babam git. 40 dakika kadar sonra Alcala’ya eriştik. Ben “şööyle müsait bi yerde ineyim” havasındayken kız evimin adresini sordu. Tam bilmediğim için şehir içinde bir saat tur attık ve sora sora nihayet binayı bulduk. Binayı bulduk da, daire hangisi acep? Tek tek zillere basaraktan İtalyan öğrencilerin hangi dairede olduğunu öğrenmeye çalıştık. Sonunda bulduk. 4A numaralı daire benim yeni yuvamdı. Valizlerimi bile yukarı taşıyan hispanik kankilerime teşekkür edip vedalaştım ve yeni kankilerime hola dedim.
Piero: 22 yaşında, hukuk okuyor, Erasmus’a Palermo’dan katılıyor.
Matteo: 23 yaşında, hemşirelik okuyor, Erasmus’a Napoli’den katılıyor.
Tanıştıktan sonra odamı gösterdiler, küçük tek yataklı sevimli bir odaydı. Aylık sadece 150 Euro ödeyeceğim düşünülürse gayet beklentilerimi karşılıyordu.
Odam, güzel odam:
Soldaki bizim bina:
Balkondan sokak manzarası:
Epey muhabbet ettik, eşyalarımı yerleştirdim. Akşamüıstü karnımız guruldayınca birlikte dışarıyı gezmeye çıktık. Yolları kafamızda tutmaya çalışarak şehrin ana caddesi sayılabilecek Calle Mayor’a geldik. Burayı Alcala’nın İstiklal Caddesi ya da Karanfil Sokağı olarak değerlendirebilirsiniz. Trafiğe kapalı, dar bir cadde. Sağlı sollu mağazalar, barlar, restoranlar filan var:
(Bir festival günü)
La Espanyola denen tapas barına oturduk. Tapas İspanyolca’da “kapaklar” manasına geliyor, aslında bir şey içerken yanında yenen atıştırmalıklar demek. Bizdeki mezenin daha karın doyurucu versiyonları diyebilirim. Burada 330 ml Coca Cola ve güzel bir tavuk hamburgere 2, 70€ ödedim. Fiyat Türkiye ile kıyaslayınca cazip gelmişti.
Yemek faslının ardından ilk günümü tamamlamış oldum. Sonunda muradıma ermiş, aylar süren zorlu, stresli bir sürecin ardından tam anlamıyla hayallerime kavuşmuştum…
Ee, sonra n’aptın diyorsanız tek yapmanız gereken bir sonraki yazıyı beklemek...
Bir sonraki yazıda Erasmus’un ilk safhasını paylaşmak üzere.
Esen kalın!
Fotoğraf galerisi
Başka dillerde de bulunan içerikler
- English: Welcome to Spain
Kendine ait Erasmus blogunun olmasını ister misin?
Yurtdışında yaşamayı tecrübe ediyorsan, tutkulu bir gezginsen veya yaşadığın şehri tanıtmak istiyorsan... kendi blogunu oluştur ve maceralarını paylaş!
Erasmus blogumu oluşturmak istiyorum! →
Yorumlar (0 yorum)