Paris 'in Austerlitz garından akşam 20:30 sularında Elipsos isimli yataklı trene binmeniz ile ertesi sabah 9'a doğru fransa-ispanya sınırı olan Port Bou, daha sonra ise Figueras ve Girona şehirleri rotasında ilerleyerekten Estacio De França isimli garına vardığınız şehirdir. bu gar şehrin muhtemelen ikinci önemli garı olmakla beraber şehrin sahil kıyısına yakın kesimi olan Barcelonata bölgesinde bulunmaktadır. ana tren garı ise sahil kesiminden daha bir uzakta kalan Estacio De Sans 'tır.
Şehre giriş yaparken, hatta İspanya'ya giriş yaparken göze çarpan en önemli hususlardan birisi düzenden, disiplinden başınızı döndüren orta avrupa'ya kıyasla irili ufaklı gözünüze çarpabilecek tek katlı, kenarlarındaki tuğlalar sıvasız bırakılmış (meksika'da geçen amerikan filmlerindeki evleri hatırlayınız) evlerden oluşan çarpık kentleşmenin varlığıdır. Leza çarpık kentleşme dediysek bu istanbul'daki kilim desenli apartmanlar, tek katlı ve tepesinde inşaat demiri filizleri bırakılmış evlerden mürekkep çarpık kentleşmenin otuzda biri bile olmamakla beraber aslında şehre daha da sevimli şirin bir hava bile katmıştır. Hatta bir kıyaslama daha yapmak gerekirse istanbul'da çarpık kentleşmenin şehrin en önemli bölgesi sayılan boğazda bile bokunun çıkmış olduğunu düşündüğümüz zaman barselona'nın merkezi yerlerinde böyle bir şeyin kesinlikle söz konusu olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Estacio De França'da inmiş ve şehrin daha önce neyin nesi olduğuna dair haritada şöyle bir göz gezdirmiş bir bünye ilk etapta sahile akmak isteyecektir. 92 olimpiyatlarına ev sahipliği yapmadan önce serserilerin cirit attığı, evlerinin kırık dökük olduğu ve adam gibi bir kumsalının bile bulunmadığını öğrendiğimiz bu sahilin olimpiyatlara hazırlanma gayesiyle getirilmiş olduğu o muhteşem halini gördükten sonra "ispanyollar siestacıymış tembelmiş hepsi hikaye, adamlar olimpiyat söz konusu olunca kasıp sahili ne hale getirmişler." yorumu bu sahil için yapılabilir. Şehrin sahilinin bu kesimi insanın aklına izmir ve mersin karışımı bir ortamı getirir. Ocak ayının ortası olmasına rağmen hiç de soğuk değildir bu sahil hatta ve hatta öğlen vakti yürüyüşünüze eşlik eden güneş eğer şehre orta avrupa’daki kışı düşünüp de sıkı sıkı giyinerek gelmişseniz bir süre sonra terletir, insanda denize girme isteği uyandırır. Zaten ocak ayı falan dinlemeden denizde yüzen, hatta ve hatta dalga sörfü yapan (inanılmaz bir dalga vardır) insanlara rastlayabilmeniz pek de bir mümkündür bu dolu dolu gezilesi sahil şeridinde.
Sahil kesiminin bir ucu olimpiyat köyü’ne uzanır. Mapfre Tower ve Arts Hotel isimli barselona’nın en yüksek iki adet yüksek binasını içerir bu köy. Bu binalar 92 olimpiyatlarında atletlere ev sahipliği yapmış olup olimpiyattan sonra satılmış fakat şehrin bir tür simgesi olmuştur. Bu bölgeye doğru yapılan bir sahil şeridi yürüyüşünden sonra gerisin geriye dönüp vakit kaybetmemek için yapılabilecek akıllıca bir davranış metroya binmektir. Olimpiyat köyüne en yakın metro durağı olan Ciutadella Viu Olimpiça ’dan metroya binilerek şehrin göbektaşı olan Plaça Del Catalunga ve bu meydanın uzantısı olan La Rambla’ya bir kez metro değiştirmek suretiyle ulaşılabilir. Şehir metrosu birçok özelliğiyle paris metrosunu andırmaktadır. En başta metronun bilet kontrol sistemi aynı paris metrosundaki gibi olmakla beraber bileti sokup öteki tarafından almak suretiyle turnikeden geçişinizi sağlyabilmek mümkün olmaktadır. Metro müzisyenleri paris’teki kadar abartı boyutlarda olmasa da burada da arada bir metroya dalıp müziklerini (burada doğal olarak besame mucho türü şarkılar çalarlar!) icra ederler. Bu metroyu paris metrosundan ayıran en önemli ve en bir daha güzel özellik ise için 2 günlük komple sınırsız (2 gün boyunca barcelona’da sığır gibi dolaşacak bir turist için oldukça caziptir) veya 10 binmelik indirimli biletler gibi olanakların mevcut olmasıdır.
Geçitlerde ilerlerken karşınıza pat diye çıkan bir katalan polisinin size aniden biletinizi sorması da pek bir mümkündür bu yüzden turnikeden geçtim biletimi atayım veya cebimin ucube bir köşesine koyayım türünden bir davranışta bulunmamanız tavsiye olunur. Plaça Del Catalunya şehrin Taksim Meydanı'dır ve her Taksim Meydanı’nın İstiklal Caddesi’ne devam etmesi gibi burası da La Ramblaya devam eder. Bu meydan için nedense turistik yazılarda hep yan kesicilere aman dikkat türünden uyarılarla karşılaşılıyor olunsa da barcelona’nın en işlek bölgesi olan bu meydana varınca şehrin ortalamanın üzerinde güvenli bir ortam olduğu görülebilir (ya da bu istanbul’daki hareketliliğe alışkın bir bünyenin yorumu olabilir!) La Rambla hem arabaların geçişinin serbest olduğu, hem ortasında yaya yolu bulunan hem de fevkalade biçimde ağaçlandırılmış (bu ağaçlandırmanın ne boyutta yapıldığı şehre kuşbakışı bakıldığı zaman çok iyi anlaşılabilir) hareketli bir ortamdır. Plaça del catalunya’da araç trafiğine tamamen kapalı ve daha ufak bir alışveriş caddesi olan Avanida Portal De Lange bulunur. bu cadde la rambla’nın paralelinde olup arka tarafı gotik barselona katedrali ya da benzer başka bir biçimde adlandırılan katedrale çıkar.
La rambla’nın bitiminde ise sizi kristof kolomb eliyle denizi işaret eder bir biçimde karşılar. Geldiğiniz bu nokta (anlatılanlara göre söylüyorum şahsen hiç görmedim) fransa’nın güney sahilinde bulunan bilimum büyük şehirlere benzemektedir. Deniz kenarına demirli bol miktarda yatın oluşturduğu asortik marina görüntüsü az ileride ise yerini şehrin limanına bırakır. Katalanlar’ın turizm dehası kendisini bu bölgede bir kez daha göstermiş, buraya teleferik dikmeyi akıl etmişlerdir. teleferiğe binmek için çıkılan kuleden barselona daha da bir güzel süzülür ve aslında şehrin ne kadar ufak (veya istanbul’a kıyasla ufak!) olduğu, la rambla’nın ağaçlarla örtülü hali ve sahilin güzelliği göze çarpar. Teleferik iki yöne sefer yapmaktadır. Bu yönlerden birisi limana doğru yol alır ama limanın orada pek bir atraksiyon yoktur. Esas olay teleferiğin sizi götürdüğü öteki nokta olan montjuic isimli tepe ve bu tepede var olan (yürüyerek takriben 25-30 dakika sürecek otobüsle 5 dakikada gidilebilecek) olimpiyat stadyumu ve başka irili ufaklı atraksiyonlardır.
Teleferik sefasının sonunda kuleden aşağı inilir ve şehrin eskiden gece hayatının kalbinin attığı söylenilen paralel isimli mevkiye şöylece bir yürüyüş yapılarak “bu şehirde tipik büyük avrupa şehirlerinin olmazsa olmazı olan sex shop’lar ve porno şovlar içeren bir yer yok mu?” sorusunun cevabı alınır. Birkaç dakika önce çıkılmış olan kuleden La Sagrada Familia pek de bir güzel görülmüştür ve ilk metroya atlanıp gaudi’nin katedral meselesine bambaşka bir boyut kazandırmış olduğu bu eserine doğru yol alınır. Katedralin görkemi ve gaudi’nin dehasından tatmin olmayanlar gaza gelip en tepeye de çıkmak isteyecekler ve yorucu bir tırmanış sonucunda daracık katedral tepesine vardıktan sonra şehre bir kez daha tepeden bakacaklardır. Aşağıya indikten sonra merdivenlerin tam çıkışında bulunan ve oraya ne amaçla konmuş olduğu belli olan yan yana dizilmiş meşrubat makineleri ise üstlendiği misyonu oldukça iyi bir biçimde yerine getirmektedir.
Gaudi tabii ki bir la sagrada familia ile bitmez. bir tarafı catalunya meydanına, diğer tarafı ise şehri ortadan ikiye yaran Avenida Diagonal’e çıkan Passig De Gracia isimli bir hayli geniş caddede sanatçının iki eserini bulmakta pek de zorlanmazsınız. Yürürken sıra sıra dizilmiş evlerin gidişatına bariz bir aykırılıkta yükseldiğini göreceğiniz iki evden birisi Casa Batillo, diğeri ise La Pedrera olup ikincisinin içini de gezmek suretiyle Gaudi dehasına daha da bir doyabilmeniz mümkündür. Gaudi bununla da bitmemekte, sıra kendisinin de bir zamanlar yaşamış olduğu ve evi müze haline getirilmiş olan parc guell’e gelmektedir. Buraya metro ulaşımı ile ilgili ilginç bir ayrıntı ise ulaşım için inebileceğiniz iki tane metro durağı olmasıdır:
Lesseps ve Vallcarca. Bu duraklardan vallcarca’da indiğiniz takdirde parka barcelona’nın daha sessiz, sakin ve yine insanın aklına yine güney amerika’da çekilmiş filmleri getiren bir sokağından geçip daha sonra da uzunca bir yokuşu (bu yokuş ki paris’teki Montmartre’ın ispanyol ruhu aşılanmış versiyonu gibi bir şeydir) çıkaraktan varırsınız.Söz konusu yokuşta var olan yürüyen merdivenler ise katalanların turist çekme gayesiyle teleferikten sonra akıllarına gelen ikinci bir cinliktir. Ancak parka bu duraktan varmak biraz hayal kırıklığıdır çünkü vardığınız anda etrafınızda ilk etapta koru, orman, çayır ve çimenden başka hiçbir şey görmez, “hani gaudi?” “hani müze?” sorularını kendi kendinize sormaya başlarsınız. Keza ufak bir gayret ve yürüyüşten sonra bu gaudi’nin evine ve parkına ulaşır, parkın ana giriş kapısının ise aslında daha bir ana caddeye bakan lesseps durağına yakın olduğunu sezip “Ne yani ben bu kadar ormanı boşuna mı yürüdüm?” sorusunu kendinize sorarsınız. Şehrin göbeğine onca yürüyüşün ardından yorgun argın geri dönen insan acıkır, ve acıkan insan nasıl adana, urfa’da kebap olayına girerim ben diyorsa barcelona’da da paella olayına girmeli, denizden babası çıksa yemeli, hele bir de denizden çıkan bu mahsüller pirinç ile fevkalade bir biçimde tavalanmışsa daha bir ayıla bayıla yemelidir.
Şehri terk etmeden gidilebilecek daha bir çok yer olsa da önemli bir son yer Nou Camp ve futbol kulübünün müzesidir. Buraya gitmek için de inilebilecek bir çok durak olup eğer ki diagonal bulvarı üzerindeki Palau Reial durağında inilirse hem barselona üniversitesi’nin kampusü görülür, hem de kampüs içerisinde öğrenciler arasında yapılabilecek ufak bir yürüyüş sonrasında buraya da varılır; barselona’nın altından girilip üstünden çıkılır.