Avrupa’nın soğuk ve uzun kışına bir ara: Fas – Atlas dağları ve çöl gezisi (2)

Bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi Marakeş gerçekten görülmeye değer bir şehir. Ancak buraya kadar gelmişken etrafındaki muhteşem doğayı da keşfetmek gerek. Bunu yapmanın en güzel ve kolay yollarından biri de Marakeş’ten kalkan bir veya iki gecelik çöl turlarına katılmak. Böyle bir turu otelinizden rahatça ayarlayabilirsiniz. Biz iki gecelik tura katıldık ve oldukça memnun kaldık. Ama zamanı kısıtlı olanlar için tek gecelik turun da iş göreceğini düşünüyorum. İki gecelik turu aldığınızda sizi ülkenin daha iç bölümlerinde bulunan bir çöle götürüyorlar; tek gecelik turu seçerseniz de daha yakındaki bir çölde konaklıyorsunuz.

Atlas Dağları

Bu turda zamanınızın büyük bir kısmı yolda geçiyor ancak yol boyunca manzara muhteşem. O yüzden uzun yola rağmen gidilmeye değer. Yolculuğunuz Marakeş’ten yola çıkarak Atlas Dağları’nı geçerek başlıyor. Marakeş’te hava 15 derece civarındayken dağlara çıktığınızda bir anda karla karşılaşıyorsunuz. Dağları geçtikten sonra bitki örtüsünün değişimini gözlemlemek gerçekten de çok enteresan. Kırmızı dağların arasındaki palmiye ormanları sıradışı bir manzara.

Yol üzerindeki turistik noktalar

Yol üzerinde görülmeye değer birkaç köyü ve birkaç da gereksiz turistik yeri ziyaret ediyorsunuz. Kendinizi Kapadokya turu diye yola çıkıp çömlek yapım atölyesine götürülen turist gibi hissetmeye hazır olun. Örneğin biz bir halı atölyesinde birkaç saat zaman geçirdik. Önce size halı yapımını anlatırken çay ikram ediyorlar. Bu kısma kadar her şey güzeldi. Ama sonra size uzun uzun el yapımı halılarını pazarlamaya başlıyorlar. Daha da şaşırtırcı olanı birçok insan bu kadar konuşmanın sonunda halı almaya ikna oluyor. Ve bu insanların bir kısmı Brezilya’dan, Avusturalya’dan falan geliyordu. Yalan söylemeyeceğim halılar gerçekten çok güzel ve çok uygun fiyatlıydı. Ama halı dediğiniz de oldukça ağır bir şey. Sırt çantasıyla dünya turu yapan insanların halı aldığını gördüm. Şaka değil! Tabii sonra kendileriyle bir hafta sonra Fez’de karşılaştığımızda ne kadar pişman olduklarını ve halının giderek daha da ağır gelmeye başladığını söylediler. Açıkçası biz de pek şaşırmadık.

Tabii ki yol üstünde uğradığımız her yer de turistleri oyalamak için uydurulmuş duraklar değil. Daha önce Gladyatör, Prince of Persia gibi birçok filmin çekiminin yapıldığı bir köyü de ziyaret ediyorsunuz. Köyün uzaktan görüntüsü gerçekten çok etkileyici. Ancak daha da enteresan olan köy sakinlerinin duvarında asılı olan Russel Crowe ve Gladyatör filminin posterleri. Orada anlattıklarına göre kendisi köy sakinleriyle iletişim kuran tek oyuncu olduğu için kendisini çok sevmişler.

Turdaki ilk gece yol üzerinde han benzeri bir otelde konaklanıyor. Herhalde oteldeki en etkileyici şey dağların arasından yıldızların görüntüsü. Otel büyük şehirlerden ve ışık kirliliğinden oldukça uzakta olduğu için yıldızları ve samanyolunu daha önce hiç olmadığı kadar net bir şekilde görüyorsunuz. Tek kelimeyle muhteşem! Ertesi gece çölde konaklarken de yine oldukça etkileyici bir gökyüzü manzarasıyla karşılaşıyorsunuz.

Çöle varış

İkinci gün öğleden sonra çölün kıyısına geldiğinizde develerle çölün ortasındaki çadır kampına bir saatlik bir yolculuğa çıkıyorsunuz. İtiraf etmeliyim ki devenin üzerinde oturmak ayrı bir beceri ve oldukça rahatsız bir yolculuk. Tabii sonra sizi deveden indirip kendi başınıza yürümeye bıraktıklarında tüm bu yolu deve üzerinde geldiğinize şükrediyorsunuz çünkü çölde yürümek tam bir işkence. Gün batımını izlemeniz için size kum tepelerinin üzerine çıkabileceklirini söylediklerinde heyecanla koşmaya başlıyorsunuz ama 10 dakikada 1 metre tırmanabilmişseniz şanslısınız. Fakat tüm o yolu tırmanacak kadar azimliyseniz sonunda ulaştığınız manzara gerçekten de tüm yorgunluğunuza değiyor. Tüm o sessizliğin içinde kendi nefes alışınızdan başka hiçbir şey duymuyorsunuz. Gün batımının renkleri arasında da kum tepelerinin görüntüsü büyüleyici. Güneş alçaldıkça tepelerin üzerine sıra sıra karanlık çekiyor. Bence gelinen tüm yol, zorla baktırılan tüm halıları sadece şu yarım saate değiyor.

Gün batımının ardından kampa geri dönüyorsunuz. Geleneksek olarak çölde yaşayan Berber halkının üyeleri sizi marhaba diyerek karşılıyor. Şaşırmayın çünkü merhaba onların dilinde hoşgeldiniz demek. Gece çölde yapılacak aktiviteler oldukça kısıtlı. Ateş yakıp çevresinde ısınmaya çalışarak yıldızları izleyorsunuz. Bir yandan da tur organizatörleri ve Berberler müzik çalıyor. Bir noktada aranıza karışıp sohbet etmeye başlıyorlar. Hatta size süt kutusuna benzer bir kutuda şarap ikram etmeye çalışıyorlar. Eğer hazırlıklı gelip kendi içeceğinizi getirmediyseniz bu korkunç şaraba mahkum kalabilirsiniz.

Ertesi sabah erkenden günün aydınlanmasıyla beraber yola çıkılıyor. Gün doğumuyla deve kervanlarının yürüyüşünü izlemek de ayrı bir keyif. Çölün çıkışına doğru yaklaştığınızda çölde sabah yürüyüşüne çıkmış turistler görüyorsunuz. Böyle yürüyüşlerin ancak orman veya deniz kıyısında yapılabildiğini düşünen biri için oldukça enteresan bir manzara. Sonra da çöl kenarındaki minik bir otelde gün doğumuyla kahvaltının tadını çıkarıyordunuz. Adeta mükemmel! Geriye sadece iki gündür geldiğiniz tüm yolu geri dönerek Marakeş’e varmak kalıyor.

Bir sonraki yazımda size Fas’ın daha az turistik şehirlerinden biri olan Fez’den bahsedeceğim.