Hikayenin Başı-Erasmus Nasıl Yapılır?
Müzik: https://www.youtube.com/watch?v=_rcs1OC2Sus
Evet değerli okuyucu, işte bu bloğumun ilk yazısı. Niye ve nasıl Erasmus yaptığımı, bu hikayenin başını deliler gibi merak ediyorsan okumaya devam et.
Oldum olası seyahat etmeyi seven bir herif oldum. Okuduğum bölümün de etkisiyle –Uluslararası İlişkiler- Erasmus veya benzeri projelerle yurtdışına gidip eğitim görmek, dil öğrenmek ve dünyaya farklı açılardan bakmak hayatımın amacı haline geldi. Bir ilkbahar günü okulun kantininde Erasmus duyurusunu gördüm. Ertesi gün başvurmak için son gündü. “Bana çıkmaz ama hadi bi deneyelim bakalım” mantığıyla Erasmus koordinatörlüğüne gidip gerekli detayları öğrendim. Bölümümle uyumlu olan tek yer Polonya Radom’du. Seve seve giderdim amma bazı arkadaşlar bölümün tam uyumlu olması gerekmediğini söylediler. Biraz uysa yetermiş. Ben de biraz uyan İspanya Alcala ve İtalya Milan Üniversitelerini ilk iki tercihim olarak belirleyip başvurumu yaptım.
İspanya’yı öne koymamın çeşitli nedenleri vardı ama en önemlisi İspanyolca’yı zaten kendi çabalarımla öğreniyor olmamdı. Youtube’dan bulduğum Şili’li bir arkadaşımın da yardımıyla çat pat öğrendiğim İspanyolca’yı İspanya’ya giderek mükemmel şekilde öğrenebilirdim. Diğer neden ise tamamen ekonomik. Milano gayet kazık bir şehir (İtalyan arkadaşlarım tarafından da tasdiklenmiş bir bilgidir) ben ise aksi gibi gayet fakirim. İşte bu faktörleri göz önüne alarak tercihimi yaptım. Geriye kazanmak kalmıştı. Bildiğim kadarıyla çoğu devlet üniversitesi öğrencilerin not ortalaması ve İngilizce bilgisine bakarak karar veriyor. Bizim okul da bu okullardan biri. %50 not ortalaması, %50 İngilizce bilgisi. Ortalamam 2.88’di. Pek iyi sayılmaz. Dil kısmı ise adeta benim kalemdi. İzmir CHP için ne anlam ifade ediyorsa İngilizce benim için onu ifade ediyordu. Hazırlığı 88 ortalamayla geçmiştim, gayet iyi bir puandı fakat ben okulun düzenlediği Erasmus İngilizce sınavına da girmeye kadar verdim. Sınav gayet iyi geçti.
Sanırım 1 hafta filan sonra, 8 Nisan günü sonuçları açıkladılar. Ayıptır söylemesi dil sınavından 94 alıp okul birincisi olmuşum, dilden böyle yüksek alınca bölüm birincisi olarak güz dönemi için Erasmus programına kabul edildim. (Zaten iki kişi kabul ediyorlar koca bölümden) Neyse, hemen eşe dosta haber verdim tabii:
Üstün sansür yeteneğime dikkatinizi çekerim.
Ama sonuçlarda bir eksiklik vardı. Nereyi kazandığım yazmıyordu. Çünkü ben sadece okulum tarafından gönderilmeye kabul edilmiştim. Henüz karşı taraftan beni kabul eden yoktu. İşte o gün benim için Erasmus’a gitme mücadelesi tam anlamıyla başladı.
Mayıs’a doğru okulda oryantasyon toplantısı yapıldı. Her şey detaylıca anlatıldı. Önümde yaz boyunca uğraşılması gereken sıkıcı bürokratik işlemler silsilesi vardı.
Erasmus koordinatörüm Alcala’ya benim başvuru bilgilerimi gönderdi. Bir süre sonra Alcala’dan mail yoluyla –bölümler uyumlu olmadığı için- hukuk fakültesine kabul edildiğime dair bir Acceptance Letter yani Kabul Mektubu aldım. Yani artık hem okulum ben göndermeyi hem Alcala beni almayı kabul etmişti. Bu aşamadan sonra pasaport, vize ve ders seçimi işlemleri beni bekliyordu. Pasaportu kolayca aldım. (25 yaşın altındaki öğrenciler harç ödemeden 25 yaşa kadar devam eden pasaport alabiliyorlar.) Ders seçimi için Ankara’ya, yani okulumun olduğu şehre gittim. Alcala ve bölüm koordinatörümle iletişim kurup Erasmus sürecinde güya alacağım dersleri seçtim. Buradan önceden randevu aldığım İspanya İstanbul Başkonsolosluğuna gittim. Gerekli belgeleri teslim ettim fakat dört belge eksik veya yanlıştı. Acceptance Letter’da orada ne kadar kalacağıma dair tarih olması gerekiyordu, booking’den yaptırdığım hostel rezervasyonunda da tarih eksikti, banka hesabımın kabarıklığını ve babamın emekli maaşını gösteren belgeleri de götürmeyi ihmal etmiştim. İki gün içinde bu belgeleri türlü çakallıkla tamamlayıp teslim ettim. Çakallık dedim değil mi? Evet çakallık.
Word ve Paint programları aracılığıyla gerekli değişiklikleri yaptığım bazı belgeleri Konsolosluğa teslim ettim. Görevli kadın mektubu görünce “harika” dedi
Vize almanın en kötü tarafı seni evine gönderdikten 10-15 gün sonra arayıp gel demeleri. Yalnız gel derken vizenin çıkıp çıkmadığını söylemiyorlar. Bir kez daha İstanbul’a gittim. Fakat bir mal olmalıyım ki o gün tam 30 Ağustos’tu yani resmi tatildi. Arkadaşlarımın hepsi memlekette olduğu için kalacak yerim de yoktu. Galata taraflarında bir camide yattım. Sabah ezanı okununca imam uyandırır diyordum ama kimse uyandırmadı. Nasıl bir camiyse sabah namazı kılınmıyor. Sabaha kadar bir Allah’ın kulu gelip gitmedi.
Neyse, ertesi gün gidip vizemi alıp memleketime döndüm. Okul 12 Eylül’de yani Kurban Bayramının 1. gününde açılıyordu. Uçak bileti fiyatları bayram nedeniyle ikiye katlamıştı. Pegasus 700 lira civarındaydı. Ben de birkaç gün geç gitsem bir şey olmaz diye düşünüp sonraki tarihlere bakmaya başladım.
Aman Allah’ım o da ne! 15 Eylül için 250 liralık 10 saat Paris aktarmalı bir Air France bileti bana gülümsüyordu. Bir hışımla tıklayıp bileti satın aldım. Yaklaşık 80 liraya da 24 kiloluk bagaj hakkı satın aldım. Böylece adı sanı bilinen bir firmayla çok ucuza gidebilecektim.
Günler günleri kovaladı. Hazırlıklar tamamlandı. 14 Eylül günü, Alcala’ya gelip yerleşen başka bir Türk arkadaşım mesaj attı. Aylık 150 Euro’ya ev bulmuş. İstersen hemen ulaşıp kirala dedi. Normalde ev kiraları 220-230 Eurolardan başlıyor. Bu fiyatı duyunca evde kalan Piero namlı İtalyan elemana Facebook’tan mesaj attım. Detayları öğrendim. Elektrik ve gaz hariç her şey dahil 150 Euro dedi. Tamamdır dedim. Benim için ev sahibini arayıp evi tuttu. Böylece bir kez daha dört ayak üstüne düşmüş oldum.
Büyük gün geldi çattı, önce İstanbul’a gittim. Uçuşa kadar olan 8 saatlik boşlukta Forum İstanbul’da takılıp AVM’nin mescidinde uyudum. Uçuşa 3 saat kalınca Atatürk Havalimanının yolunu tuttum. Uçuşa yaklaşık 1 saat kala uçağa bineceğim gate yani kapıya ulaşmıştım. Otururken bir kız bir oğlanın İspanyolca konuştuğunu duyup selam verdim. Kız Beatriz adında 23 yaşında bir Madrid’li. Diğer eleman ise 21’lik Kolombiyalı Camilo. Ayaküstü biraz konuştuk. Aynı uçuşta olduğumuzu duyunca sevindim. Paris’te 10 saat takılabileceğim arkadaşlarım vardı artık. Uçağa bindik, yanımda oturan Türk bi elemanla da baya muhabbet ettik. Uçuş sırasında çok güzel yemekler verdiler. İniş kalkış sırasında da önceki uçuşlarımda olduğu gibi hiç heyecan, korku yoktu. Kendimi takdir ettim açıkçası
4 saatlik uçuşun ardında Charles de Gaulle’e indik. Bana sorsan Paris’i gezmek istiyordum ama saat geç olmuştu ve valizlerimiz vardı. Sabaha kadar yeni kankalarımla havalimanında takıldık. Beatriz’in Türk bir sevgilisi varmış eskiden. Bu yüzden bizi epey tanıyor, seviyor. Zeki Müren ve Ahmet Kaya hayranı. Durduğu yerde “şimdiii uzaklardasııın” diye şarkı söylemeye başlayabiliyor. 17 gün İstanbul’da kalmış, sorduğum hemen hemen bütün Türk yemeklerini tatmış. İstanbul’u da gayet iyi biliyordu.
Amigolar Paris'te.
Böylece 10 saati harcadıktan sonra uçağa bindim. Bu sefer gayet yorgundum. Verdikleri kruvasanı gömüp mışıl mışıl uyumaya başladım ki bir anda şiddetli bir sarsıntıyla uyandım. Çok şiddetli bir türbülansa girdiğimizi düşünürken dışarı baktım. O da ne! Madrid Barajas Havalimanına inmişiz…
To be contunied…
27.12.2016 10:48
Alcala de Henares – Mutfak kapısının önündeki sandalye (Komşunu interneti ancak buradan çekiyor)
Fotoğraf galerisi
Kendine ait Erasmus blogunun olmasını ister misin?
Yurtdışında yaşamayı tecrübe ediyorsan, tutkulu bir gezginsen veya yaşadığın şehri tanıtmak istiyorsan... kendi blogunu oluştur ve maceralarını paylaş!
Erasmus blogumu oluşturmak istiyorum! →
Yorumlar (0 yorum)