Sevilla'daki portakallar, portakal değiller

Tarafından yayınlandı flag-tr Reyhan Nazlıaydın — 4 yıl önce

Blog: 5 güne 6 şehir sığmaz
Etiketler: flag-es Erasmus blog Sevilla, Sevilla, İspanya

Ayşe neredesin?!

Sabah 9.15'de olan uçağımıza yetişmek üzere sabah erkenden kalktık. Uçağınız varsa kurduğunuz alarmı ertelememelisiniz. Biz onu da yaptık. Hızlıca toparlanıp hostelden havaalanı otobüslerini bulmak üzere yola çıktığımızda artık uçak kesin kaçtı diye düşünüyorduk. Bir şekilde havaalanına ulaşıp biletlerimizi aldık. Koşarak uçağı bulmaya çalışıyorduk ve sırtımızda yine kendimiz kadar çantalar vardı. Ayşe bana bir tarafı göstererek kapının orada olabileceğini söyledi. Ben onu bekliyordum ama fark ettim ki evet; kapı orada olacaktı. Ben de peşinden gittim, ama Ayşe'yi gözden kaybettim. Ben kapıyı bulup sıraya girdiğimde Ayşe de beni bulmak üzere geri dönmüş. Bir başka sorun da onun telefonunda internet olmaması, benim de telefonumun onun numarasını arayamıyor oluşuydu. Birbirimizi kaybettik, uçağın kalkmasına çok az kaldı ve birbirimizi bulmak için telefonlarımızı kullanamıyoruz. Harika bir gün oluyor! Sonsuz kez aradıktan sonra Ayşe bana ulaştı ve nerede olduğumu sordu. O da sıraya girdi ve bir şekilde uçağı kaçırmadık. Hala kaçırmamış olmamıza çok şaşırıyorum. O bana kızgındı ben ona kızgındım ve bunun hiçbir geçerli nedeni yoktu :)

Uçağa bindik, ben en önde oturuyordum, Ayşe en arkada oturuyordu. Ryanair'i biliyorsanız nasıl salladığını da bilirsiniz. Ucuz biletin yan etkileri... O kadar yorgundum ki, uçak sallandıkça beşiğim sallanıyor gibiydi. Yol boyunca uyudum. Uçaktan da ilk kez ilk inen yolcuydum. Tekrar birbirimizi kaybetmeyelim diye havaalanına bile gitmeden, pistte Ayşe'nin uçaktan inmesini bekledim.

Havaalanından otobüsle şehir merkezine geldik, ve kahvaltı yapmak üzere yine bir Starbucks'a oturduk. Sevilla'da pek şansımız yerinde olmayacaktı, bundan habersizdik.

Yağmur durmuyor

Şehirde kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra hostelimize gidip eşyalarımızı bırakacaktık, ama öyle bir yağmur bastırdı ki adım atamıyorduk. Dinmesini bekledik, sonra da kendimize bir şemsiye aldık ve yola koyulduk. 

Bir güneş açıyor bir yağmur yağıyordu hem de çok şiddetli. Öyle ki şemsiyemiz sürekli ters dönüyordu.

sevilladaki-portakallar-portakal-giller-

Hostele geldik, bu seferki hostelimiz çok güzeldi. Çok güzel de bir bahçesi vardı. Limon ve portakal ağaçlarıyla doluydu. Zaten Sevillanın her yeri portakal ağaçlarıyla dolu. Yol kenarlarında da hep portakal aaçları var ve koca koca meyveleri de üzerinde.

Eşyalarımızı bırakıp yerleşip, kendimize çizdiğimiz güzergah üzere ilerlemeye koyulduk. Ama dediğim gibi, Sevilla'da gerçekten şanssızdık. 

Maria Luisa Parkı

Kaldığımız yere de yakın olması nedeniyle, bu parkın içinden geçerek ilerleyecektik. Navigasyonum öyle demişti. O da nesi... Park kapalıydı. Bütün kapıları kitliydi. Bu park gerçekten kocaman bir park ve içinde çeşit çeşit farklı ağaç, çiçek var. Yanından geçip parmakların ardından bakabildik sadece.

sevilladaki-portakallar-portakal-giller-

Ayrıca yürüyüş süremiz arttığı için de diğer gideceğimiz yerlere gidememiştik. Her girmek istediğimiz yol, sokak kapalı çıkıyordu. Çok büyük hayalkırıklığına uğramış şekilde yürürken Ayşe son derece mutluydu ve sürekli "Ben Sevilla'yı çok sevdim" diyordu. Nesini sevdin yahu hiçbir şeyini göremiyoruz ki :'(

Sevilla Katedrali

Şehir merkezine vardığınızda, Sevilla Katedrali bütün ihtişamıyla karşınızda duruyor. 1507 yılında açılmış olan bu katedral, dünyadaki en büyük 3. kilisedir. En büyük Gotik kilisesi olma ünvanını da taşır. UNESCO tarafından da Dünya Mirasları listesine alınmıştır. Bu Katedralde bildiğimiz isimlerden olan Kristof Kolomb gömülüdür. 

Tarihi ise Endülüs'teki bütün yapıların tarihine çok benzer. Öncesinde burada Almohad Camii bulunurken, çan kulesi de bir minareyken; Reconquista hareketinden sonra Almohad Camii yıkılmış, minaresi de çan kulesine dönüştürülmüş. Yapıya baktığınızda Endülüs etkileri de kolayca göze çarpıyor, yine de sonrasında göreceğimiz yerlere kıyasladığımızda burası dönüştürülmüş bir ibadethanenin en az acı veren, üzen hali diyebiliriz. Biz geldiğimizde burası da kapalıydı. Ben ise artık çıldıracaktım. Avlusundaki o güzel portakal ağaçlarını görseydiniz siz de çıldırırdınız emin olun.

sevilladaki-portakallar-portakal-giller-

Alcazar de Sevilla

Burası da giremediğimiz bir destinasyon oldu. Yağmur nedeniyle o dillere destan bahçeleri bugün zaten gün boyu kapalıymış. Yapıya giriş saatlerini de biz kaçırmıştık. UNESCO dünya mirasları listesinde olan bu kasır, bazı filmlerin çekimleri için de kullanılmış bir mekan. Lawrence's Arabia filminde ve Game of Thrones'un bazı sahnelerinin çekimlerinde burayı görmek mümkün. Endülüsteki çoğu yapı gibi bu da müdeccen mimari stile sahiptir. Bu bilgilerin hepsi kitap bilgileri, ne yazık ki gözümle hiçbir şey göremedim.

sevilladaki-portakallar-portakal-giller-

https://casasevilla.wixsite.com/casa/program-overview?lightbox=dataItem-ip87dy9s

Plaza de Santa Marta

İspanya'da herhangi bir şehirdeyseniz birçok meydandan (plaza) geçmeniz çok muhtemel. Zaten görmeniz gereken yerlerde de buralar her zaman belirtilir. Sevilla da Katedralin hemen önünde Plaza de La Virgen de Los Reyes'ten geçeceksiniz, oraya gelirken Plaza de Triunfo'dan çıkacaksınız. Şehri dolaşırsanız illa ki Plaza Nueva'ya yolunuz düşecek. Her şehirde de bir Plaza Espanya vardır, Sevilla'da da var, görmek isteyene uğranacak bir nokta da orasıdır.

Benim şimdi bahsedeceğim Plaza de Santa Marta bu alışılageldik meydanlarla hiç alakası olmayan, katedralin yanı başında bir çıkmaz. Alana geldiğinizde burnunuza öyle yoğun portakal kokuları geliyor ki, bu atmosferi başka hiçbir yerde yakalayamazsınız. Kafanızı kaldırıp göğe baktığınızda, ağaçlar güneşi filtreliyor. Hepsi portakal ağaçları. Bu kadar huzurlu bir ortama hayatımda hiç şahit olmadım. 

sevilladaki-portakallar-portakal-giller-

Bu kadar huzurla dolmuşken, bir ikindi vakti Sevilla'da yapılabilecek en güzel şey; bir sokak sanatçısının yanına geçip müzik eşliğinde insanları ve sokakları izlemektir. 

sevilladaki-portakallar-portakal-giller-

Torre del Oro

Şehrin ruhunu tümüyle hissettikten sonra, biraz da nehri izlemek için, Torre del Oro'ya geldik. Bu bir kule, şehrin simgelerinden. Ayrıca güneş batarken fotoğraflarda çok da güzel çıkıyor. 

sevilladaki-portakallar-portakal-giller-

Bir süre oturduk, nehri izledik. Gelip giden insanları, köprüyü, güneşin batarken yarattığı atmosferi... Buradan çıkıp tekrar şehir merkezine geldiğimizde, bir de ne görelim? Sevilla Katedrali açılmıştı! Girebilecektik, avlusu hala kapalıydı ama içindeki yüksek tavanları ve gotik üslubunu görmek bile beni son derece tatmin etmişti. Yapılarda ruh deneyimleyemediğim için sürekli şikayetlendiğim Madrid'den sonra, önce Barcelona'daki Santa Maria del Mar Bazilikası, şimdi de Sevilla Katedrali beni son derece tatmin ediyordu. Gotik mimari hoş yahu...

Buradan ayrıldığımızda heyecanla beklediğimiz dakikaların sırası artık gelmişti. Günün en güzel kısmı başlıyordu.

Flamenko

Flamenko güneyde daha da geleneksel olan bir müzik ve dans türü. Gerçeğini izlemeden önce bu kadar etkileyici olabileceği aklımın ucundan dahi geçmezdi. Sevilla'ya gelmeden önce ilk kez Flamenko'ya Madrid'de La Carbonera adlı bir mekanda 14€ indirimli bir kampanyayla gitmişsim. Büyülenmiştim... Ağzım açık izlemiştim. 3 kadın 4 erkekten oluşan bir gruplardı. Dans esnasında arkada bulunanlar dans edene bazı seslenişlerde buluyorlardı "Qué buena!!! Chica! muy guapa!!! Baila! " Öyle bir ahenk, öyle bir ritme şahit oluyorsunuz ki; bu uyum mutlaka deneyimlenmesi gereken bir şey. Gitar, şarkı sözleri, el çırpmalar ve topuklara yere vurarak çıkan sesler... Bunu kelimelerle ifade etmek çok güç, İspanya'ya geliyorsanız mutlaka izleyin. 

Bu danstan bu kadar büyülenmiş olan ben, Ayşe'nin de konu hakkında hevesli olduğunu görünce çok mutlu oldum. İkinci Flamenco gösterimi Sevilla'da La Casa de Flamenco'da izledim. Bu sefer de Ayşe'nin gözlemleriyle anlatmak istiyorum. Bir erkek bir kadın dansçı, bir gitarist, bir de şarkıcı vardı. Her iki dansçı da çok yetenekli olmasına rağmen kadın dansçı ve şarkı grubu arasında başka bir uyum vardı. Sanki aynı mahallede, bu kültürle büyüyüp yetişmişler gibi. Bizdeki Romanlar misali... Gösteri süresince fotoğraf çekmek yasak, sonunda video kaydı ve fotoğraf çekimi için ayrı bir kısa bir dans sergiliyorlar. Ama gösteri sırasında insan hayret ediyor, bu kadar uzun süre bu hareketleri nasıl sürdürebilirler diye. Ayrıca yüz ifadelerine bakacak olursanız, diğer danslardaki gibi gülümseyen bir ifadeyle karşılaşmıyorsunuz. Flamenco'da kadın figürü çok sert hareket ediyor, buna rağmen son derece feminen. Yüzündeyse çok kızgın, ciddi ve sert bir ifade oluyor. Yöresine göre elleriyle de ritmi tutabilmek için kullandıkları ahşap aletler de olabiliyor gösteride. İşlevi iç anadoludaki kaşıklar gibi. Kısacası, Flamenco insanın hayatında mutlaka deneyimlemesi gereken bir şey.

sevilladaki-portakallar-portakal-giller-

Meraklısına, bir örneğine de şuradan ulaşabilirsiniz.

İspanyol yemekleri: Tortilla, Patatas Bravas, Paella

Böyle tipik bir İspanyol şovundan sonra, gidip geleneksel yemeklerini de deneyelim dedik. Tortilla, aklınıza gelen lavaş ekmeğinin aksine, İspanya'da patatesli yumurta anlamına geliyor. Çok büyük beklentilere girmeden patatesli yumurta yiyor olduğunuzun bilincinde olarak yemeniz gerekli. Burada yediğimiz patatas bravas ise normalde yapılandan çok farklıydı. Her restoran normalde kendi tarifini üretir ama basitçe kızarmış patates ve üstüne dökülen bir sostan oluşur. Bizim burada yediğimiz, çömlekte fırınlanmış, zeytinyağlı, sarımsaklı, kekikli bir tapaydı. Lezzetliydi ama bu şekilde adlandırılması doğru muydu emin olamadım. 

Paella'ya gelecek olursak, hayatımda yediğim en lüzumsuz gıdaydı diyebilirim. Paella'nın farklı çeşitleri var:deniz ürünlü, domuz etli, tavuk etli, karışık, sebzeli. Biz domuz eti tüketmediğimiz için, ve garsonla da anlaşmayı beceremediğimiz için sebzeli olandan aldık. Aklınızda canlandırabilmeniz için bir şeye benzetecek olursam, kavrulmuş dolma içi; net. Pirinç, türlü çeşit sebze, havuç, bakla, fasulye, soğan, biber liste uzar gider, kavrularak pişirilmiş ve pirinçler pilav olarak adlandırılabilecek kadar yumuşak değiller. Önemli özelliği farklı çeşit baharatların kullanılıyor olması, sarı bir rengi var; bu da safranla veriliyor. Ama gerçekten 12€ nasıl israf edilir sorusunun cevabı gibiydi. Gelirseniz denemelisiniz, ama denerken yine beklentinizi yüksek tutumayın derim. Biz limon sıkarak daha güzel bir hale getirebilir miyiz diye denedik ama pek işe yaramadı. 

sevilladaki-portakallar-portakal-giller-

Yemeği yedikten sonra, sofradan aç kalktık. Ekmekleri alıp Sevilla'nın sokaklarında da uzun bir yürüyüşe başladık. Gün içinde aldığımız Turron'u ekmek arasına koyarak yedik. Bizi bu duruma düşüren paella utansın...

Hostele döndüğümüzde vakit çok geç olmuştu, ama biz hiçbir şekilde ertesi gün gireceğimiz Al Hamra sarayına bilet bulamamıştık. Ayşenin geleceğini öğrendiğim günden beri bilet arıyordum ve yoktu. Mecburen tur satın almak zorunda kaldık, bu bize çok pahalıya patladı. Yaşayacağımız hayal kırıklığıysa paha biçilemezdi... 

Sevilla hakkında önemli bilgi

Her yerde olan portakal ağaçlarında aslında portakal değil turunç yetişiyor. Ağaçtan koparıp yemeye çalıştığımızda yenmeyecek bir şey olduğunu fark ettik. Bu da bizim "Bu şehirde bu portakallar nasıl ağaçlarda kalabiliyor, neden insanlar toplamıyor, neden yemiyorlar?" sorularımızın cevabıydı.

Yiyemiyorlardı...


Fotoğraf galerisi


Yorumlar (0 yorum)


Kendine ait Erasmus blogunun olmasını ister misin?

Yurtdışında yaşamayı tecrübe ediyorsan, tutkulu bir gezginsen veya yaşadığın şehri tanıtmak istiyorsan... kendi blogunu oluştur ve maceralarını paylaş!

Erasmus blogumu oluşturmak istiyorum! →

Hesabınız yok mu? Kaydol.

Biraz bekleyin lütfen

Koşun hamsterlar! Koşun!