Altıncı Durak: Paris
Gezmeyi, görmeyi, öğrenmeyi, eğlenmeyi seven ve sevdiren herkese Erasmus öğrencisi olan ve olacak olanlara, bloğumu okuyan ve okuyacak olan herkese merhabalar arkadaşlar!
Bu gece, bir "uluslararası ilişkilerci" olarak benim için çok özel olan bir yere gidiyoruz. "Nereye gidiyoruz acaba bu gece?" dediğinizi duyar gibiyim. O zaman sizleri çok bekletmeden söylemek istiyorum. Bugün, Paris'e gidiyoruz.
- Paris, bir uluslararası ilişkilerci olan benim için neden bu kadar önemli?
- Bu şehir veya bu ülkeyi benim için bu kadar özel kılan nedir?
Öncelikle, bu iki soruyu, Fransa ve başkenti Paris hakkında genel bir tarihi bilginizin olması amacıyla ve gezdiğiniz ya da gezeceğiniz yerleri, adımladığınız ya da adımlayacağınız sokakları bu farkındalıkla gezmenizi, adımlamanızı sağlamak amacıyla - derin duygular içerisinde - cevaplamak istiyorum.
FRANSIZ DEVRİMİ VE ETKİLERİ
Hepimizin tarih derslerinde gördüğü ve hepimizin çok iyi bir şekilde bildiği "1789 Fransız Devrimi (İhtilali)" ile başlamak istiyorum. Burda şunu çok açık bir şekilde belirtmek isterim ki, Fransız İhtilali'nin 1789 yılında gerçekleştiğini bilmek genel kültür anlamında önemli olsa da, asıl önemli olan Fransız İhtilali'nin nedenleri ve sonuçlarını bilebilmektir. Bu yüzden, geçmişte yaşanmış önemli olayların tarihini bilmekten ziyade, ilgili olay veya olayları ortaya çıkaran nedenleri ve sonuçlarını bilmeli ve yorumlayabilmeliyiz.
Fransız İhtilali, özellikle Kıta Avrupası'nda çok büyük bir yankı uyandıran, dünyanın gidişatını, devletlerin ve milletlerin kaderini, uluslararası sistemin durumunu kökünden değiştiren bir devrim özelliği taşır. Fakat, "Devrim" kelimesinin sık sık tarih derslerinde ya da kitaplarında telaffuz edilmesini istemeyen devletlerin Milli Eğitim Bakanlıkları, bu olayı "ihtilal" olarak nitelendirirler. Çünkü "ihtilal" kelimesi, pskikolojik olarak daha yumuşak anlamlar canlandırırken; "devrim" kelimesi sertlik ve kan çağırıştırmaktadır.
Fransız Devrimi sonrası, "milliyetçilik akımı" güç kazanmış ve Kıta Avrupası'ndan başlayarak tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Dönemin baskın siyasi yapısı olan imparatorluklar içerisinde yaşayan etnik gruplar ayaklanarak, "self-determinasyon" haklarını kullandıkları gerekçesi ile özgürlüklerini kazanmak ve kendi devletlerini kurmak istediklerini açıklamışlardır. Hatta, Sezar'ın ve İskender'in Roma ve Makedonya İmparatorlukları'nda yaptıklarının çok ötesinde, Doğu ile Batıyı, Müslümanlık ile Hristiyanlığı, eski ile yeniyi, göçebeliğin savaşkanlık, irade ve disiplini ile yerleşikliğin itaat, uyum ve toplumsal düzenini aynı potoda eritmeyi başaran Osmanlı İmparatorluğu'nun bu başarısına balyoz vuran yegane faktör, Fransız İhtilali sonrası yayılmaya başlayan milliyetçilik akımı olmuştur.
Fransız Devrimi'nin sonucu olarak ortaya çıkan bir diğer önemli faktör "ulus-devlet" anlayışı olmuştur. Ulus-devlet, ortak bir kültüre, ortak bir geçmişe, ortak standartlara sahip toplumsal ve siyasal bakımdan örgütlenmiş insan topluluplarının ortak siyasal hedefler çerçevesinde tek bir kimlik etrafında biraraya gelmesini ifade eder. Bu tanımı itibari ile ulus-devlet, insanların kendine özgü farklılıkları koruyarak ortak siyasal hedefler ve ortak bir kimlik çerçevesinde biraraya gelmesini ifade eder. İşte, bundan sonraki yüzyıllarda uluslararası sistemi damgasına vuracak olan ulus-devlet böyle doğmuştur ve tam anlamıyla bu demektir.
Tabi ilerleyen yüzyıllarda görülecektir ki yükselen ulus-devlet anlayışı ve milliyetçilik akımı, tüm dünyayı ve özellikle Avrupa'yı çok büyük yıkımlara götürecek olan, milyonlarca insanın ölmesine milyonlarcasının yaralanmasına ve milyonlarcasının da sakat kalmasına yol açacak olan I. ve II. Dünya Savaşları'nın en büyük nedeni olarak gösterilecektir.
Sonuç olarak, nasıl ki Çanakkale bir ulusun kaderinin değiştiği yer ise Fransa ve başkenti Paris'te uluslararası sistemin kaderinin değiştiği, güneşim battığı ve yeniden doğduğu yerdir. Fransız halkı bu tarihten sonra, ne bir Yahudi kadar esir ne bir İranlı kadar ezilmiş ne de bir Atinalı kadar bölük pörçük olacaktır. İşte, Paris sokaklarını adımlarken, müzelerde sergilenen tablolara bakarken, insanların özgürlükleri için oralarda can verdiğini unutmayınız. Hepimiz idealleri barış doludur ama tarih, şiddet doludur. Bir gün tüm insanlığın barış içinde olması dileğiyle...
PARİS GEZİSİNİ NASIL PLANLADIK?
Artık Erasmus döneminin sonuna yaklaşmış, sınav yükünü hafifletmiş idik. Bu yüzden, kafamız tabiri caizse çok rahattı ve en çok görmek istediğimiz iki şehri, Berlin ve Paris'i, bu duygular içerisinde görmek istiyorduk. Aslında çok bir plan yapmaya gerek olmadığını düşünüyorduk. Çünkü gezilmesi gereken her yeri okuduğumuz kitaplardan ve izlediğimiz filmlerden adeta gezmişçesine biliyorduk.
Artık yapmamız gereken tek şey, ekonomik bir bilet ve konaklama yeri bulmaktı. Hemen "Rynair" uygulamasını kullanarak Fransa biletlerimizi ideal bir fiyata temin ettik. Sıra konaklamaya geldiğinde ise karar vermemiz öyle kolay olmayacaktı. Çünkü, Fransa'da kulübe olarak nitelendirebileceğiniz pansiyon ve sokak aralarındaki oteller bile üç gece için 1500 TL istiyordu. Konaklama için ödemek zorunda kalacağımız bu ücret ise ziyaret ettiğimiz tüm ülkelerdeki konaklamalarımızdan pahalı idi. Çaresiz rezervasyonumuzu yaptırdık ve yollara düştük.
PARİS YOLLARINDA
Her ülkeye ziyarete giderken yaptığımız gibi yine Prag'a, bir gün öncesinden gitmiştik. Her seferinde gidip tekrar tekrar büyüleniyor ve burası işte diyordum burası, Avrupa'nın altın şehri burası. Geceyi yine Vaclav Havel Havalimanı'nda geçirip, sabahın ilk ışıkları ile uçağımıza bindik. Yaklaşık olarak iki saat sonra Paris'e inmiş bulunuyorduk. İndiğimiz havalimanı Paris şehir merkezine neredeyse bir saat uzaklıktaydı (Eğer Fransa'ya gitmek için Rynair'ı kullanacaksanız muhtemelen bizim indiğimiz havalimanında ineceksiniz) ve şehir merkezine ulaşmak için halimanının hemen önünde konuşlanmış olan otobüsleri kullandık. Otobüsten indiğimizde 2 - 3 kilometrelik bir yürüyüşün ardından konaklayacağımız otele ulaştık.
Otele vardığımızda karşılaştığımız tek şey hayal kırıklığı oldu. Çünkü, bir önceki seyahatimiz olan Roma'da mükemmel bir otelde konaklamıştık. Şimdi ise sadece iki kişilik bir yatak, eski bir dolap ve kırık bir masadan oluşan, ne banyosu ne de tuvaleti olan bir otel odasında Roma'daki otele ödediğimizden çok daha fazla bir paraya konaklayacaktık. Her şeye rağmen Fransa'yı gezmeye değerdi.
1. MUSEU DE LOUVRE
Paris'te konaklayacağımız otele vardığımızda yorgunluktan harap ve bitap düşmüş halde idik. Hemen üstümüzü değiştirip kendimizi yatağa attık ve uyumaya başladık. Gözlerimizi açtığımızda Paris'te akşam bastırmaya başlamıştı, hava sıcaklığı ılık ve camı açtığınızda yüzünüze vuran rüzgar içinize huzur verici, sizi rahatlatıcı şekilde muhteşemdi.
Aslında o gece, tüm müzelerin kapalı olduğunu düşündüğümüz için dışarı çıkmamaya karar vermiştik ama şans eseri gideceğimiz yerleri araştırırken Louvre Müzesi'nin Cuma günleri saat 18.00'dan sonra ücretsiz olduğunu öğrenecektir. Tabi bu fırsat kaçmaz deyip konakladığımız yere yürüme mesafesi ile 15 dakikalık uzaklıkta olan Louvre Müzesi'ne doğru yola koyulduk.
Tom Cruise'un "At The Edge of Tomorrow" ve Tom Hanks'in "The Code of Da Vinci" filmlerinde izlediğim ve hayran kaldığım o üçgene, Louvre Müzesi'ne gidiyordum. Bu arada, bahsetmiş olduğum filmleri Paris'e gitmeden önce ya da gitmeyecek dahi olsanız izlemenizi öneririm. Zaman kaybınız olmayacaktır.
Müzenin giriş kısmı yani bahsetmiş olduğum o üçgen binalar tarafından çevreleniyor ve çevrelenen alanın tam ortasında yer alıyordu. Giriş kısmına geldiğimizde uzun sayılabilecek bir kuyruk ile karşılaşmamıza rağmen kısa sürede kendimizi içeride bulduk. Müze olabildiğince büyük ve serginlenen o kadar çok sanat eseri vardı ki, tüm bu sanat eserlerini incelememiz bir gecemizi alabilirdi. Bu yüzden, bu sanat eserlerinin en çok bilinenlerine öncelik tanıyarak ziyaret sıramızı oluşturduk.
Bu ziyaret sırasında "Mona Lisa" ilk sırayı alıyordu. Artık gitmiş ve Mona Lisa'yı görmüş ve hatta fotoğrafını dahi çekmiştik. Ama ortada dolaşan söylentilerden olsa gerek, müzede sergilenen Mona Lisa tablosu bir imitasyon mu yoksa tablonun ta kendisi miydi? Bu soru kafamda hala muallaklığını koruyor.
Louvre Müzesi'ne dair hatırladığım bir diğer şey, Fransa'nın efsane komutanı Napolyon üzerine yapılmış olan portreler oldu. Bu portrelerden birkaçı ile fotoğraf çekildiğimi de anımsıyorum.
Louvre Müzesine dair hatırladığım son şey ve işin komik olan tarafı benim benim "The Code of Da Vinci" filminde gördüğüm "Rose Line" yani "Gül Çizgisi"ni aramam oldu.
2. MUSEU D'ORSAY
"Arkadaş, Eyfel Kulesi dururken siz neden ilk müzeleri geziyorsunuz yahu?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Söylemeliyim ki tarihi, sanatı ve bir milletin kültürünü yerinde görmek, tanımak bizim öncelik sıralamamızı oluşturur ve bu sıraya göre de gitmemiz gereken ilk yerler müzeler idi.
Orsay Müzesi'nin kapısından içeri girer girmez bilet sırasına dahil oluyorsunuz. Şansımıza olsa gerek fazla beklememiş biletlerimizi adam başı ödediğimiz 17 euro karşılığında temin etmiş ve içeri girmiştik. Artık kendimizi müzenin büyülü havası içerisine bırakma zamanı gelmişti.
Kendimizi müzenin büyülü havası içerisinde bulur bulmaz, gideceğimiz ilk yer “Vincent Van Gogh” un resminin yer aldığı kısım oldu. Van Gogh reis - “reis” bizim kendi aramızda kullandığımız ve yakınlık bildiren bir kelimedir - ile fotoğraf çekildikten sonra diğer katlara doğru yol aldık. Bir sürü güzel tablo ile tanıştık ve hikayelerini keşfettik. Bu tablolar arasında en çok ilgimi çekenler, belki de bir uluslararası ilişkilerci olduğumdan gerek, 1789 Fransız İhtilali ile ilgili olanlar ve Paris’in o zamanki sosyo-politik durumunu resmedenler olmuştu.
Şunu da belirtmek isterim ki, benim en çok beğendiğim ve aklımdan çıkmayan bir resim vardı: “Şemsiyeli Kadın”. Bu tabloyu her neden çok güzel ya da kendime yakın bulmuşumdur.
Beni en çok etkileyen manzalardan birini ise müzenin en üst katına çıktığımda görecektim. Müzenin eşsiz mimarisinin her iki yanında kendilerini gösteren devasa saatlerin arkasından şehrin mükemmel manzarasını ve Sen Nehri’nden birbiri ardına geçen teknelerin oluşturduğu mükemmel manzarayı görmek tam anlamıyla büyüleyici idi.
3. EYFEL KULESİ
Paris dendiğinde akla gelen ilk yapı Eyfel Kulesi'dir. Bu bakımdan, sadece şehrin değil Fransa'nın da en çok tanınan sembolüdür. Hakkında fazla bir bilgiye sahip olmadığım Eyfel Kulesi'ne çıkmak için çok uzun bir kuyruk beklemeniz gerekmektedir. Biz, bu kuyruğu beklememiş ve kulenin seyir balkonlarından birine çıkamamış olmamıza rağmen size bu seyir balkonlarından birine çıkarak şehrin manzarasını izlemenizi tavsiye ediyorum.
Tam da burada, size II. Dünya Savaşı devam ederken yaşanan bir anektod vermek istiyorum. Hitler'in Fransa'yı tek bir kurşun bile atmadan aldığını ve Fransızların bu teslimiyeti, şehrin tarihi yapısına zarar gelmemesi için kabullendiği biliyorsunuz. Fransızlar, teslim olmuşlardı evet ama Hitler'e Eyfel Kulesi'nin üzerinde galibiyet pozu verdirmeyeceklerdi. Çünkü, teslim olmadan önce kulede bulunan asansörlerin kablolarını kesmişlerdi. Bu yüzden, Hitler'de galibiyet pozunu kulenin biraz ilerisinde yer alan yüksek bir balkondan vermek zorunda kalmıştı.
Biz de kulenin seyir balkonlarından birine çıkamamış, şehrin muhteşem manzarasını izleyememiş olsakta Eyfel Kulesi ile pozumuzu vermiştik.
4. ŞANZELİZE CADDESİ
Şanzelize Caddesi, Paris'in ve hatta Fransa'nın en meşhur caddelerinden bir tanesi konumunda yer alıyor. Bu caddeyi bu kadar ünlü yapan birçok şey var. Mesela, cadde üzerinde yer alan lüks giyim mağazaları ve lüks restoranlar bu nedenlerden bazıları ama bizi bu caddeyi adım adım yürümeye sevk eden şey tabiki bunlar değildi. Şanzelize Caddesi, tarihi boyunca pekçok önemli törene ev sahipliği yapmış, nice liderlerin nice orduların ayak izlerini üzerinde taşımıştır ve hala da taşımaya devam etmektedir. Paris'e gittiğinizde, Şanzelize Caddesi'nde doya doya yürümenizi öneririm.
5. ZAFER TAKI
Şanzelize Caddesi'nin sonuna ulaştığınızda, Zafer Takı sizi karşılayacaktır zaten. Normal şartlar altında, Zafer Takı'nın üzerinde bulunan seyir bölümünden Şanzelize'yi tüm görkemi ile izleyebilirsiniz. Zafer Takı'nın altında bulunan ve I. Dünya Savaşı'nda ölenlerin anısına yaptırılan "Meçhul Asker Anıtı"nı ziyaret edebilirsiniz. Fakat bizim Paris'te bulunduğumuz dönemde "Sarı Yelekliler" eylemde olduğu için Fransız Polisi Zafer Takı'nın alt kısmına konuşlanmış, tüm giriş ve çıkışları kapatmıştı. Bu yüzden, Zafer Takı'na uzaktan bakmakla yetinmek zorunda kalmıştık.
6. PANTHEON
İlk başta, Roma'daki ardılı ile aynı adı taşıdığı için benzediğini düşündüğüm Pantheon'u gezmek konusunda çok istekli değildim. Taki hakkında biraz araştırma yapıp buraya kimlerin defnedildiğini öğrenene kadar. Burası "Voltaire, Jean-Jacques Rousseau, Victor Hugo, Emile Zola, Alexander Dumas" gibi ünlü Fransızların defnedildiği manevi bir öneme sahip yegane bir istirahatgahtı artık benim için. Burayı kesinlikle gidip görmeniz dileğiyle...
7. NOTRE DAME KATEDRALİ
Notre Dame Katedrali, Fransa'nın en önemli dini yapılarından bir tanesi, hatta en önemlisi diyebilirim. Sen Nehri üzerindeki köprülerden geçtikten sonra 5 - 10 dakikalık bir yürüme mesafesinde yer alan Katedrale, yine şansımıza olacak ki pazar günü gelmiş idik. İçerisi alabildiğince turist ile ve ibadet etmeye gelen onbinler ile dolu idi. Etrafı en ufak ayrıntısına kadar incelemiştik ve daha sonra katedralin kulelerine çıkmak istemiştik ama bu kulelere yalnızca rezervasyon ile çıkabiliyormuş. Eğer katedralin kulelerine çıkmak istiyorsanız rezervasyon yaptırmanızı öneririm.
8. SAINTE CHAPELLE
Buranın herkesin gezeceği ya da gezmek isteyeceği bir yer olacağını düşünmüyorum. Çünkü, bu gotik mimariye sahip yapı Hz. İsa'nın dikenli tacı ve çarmıhının parçalarını barındırılması için yapılmıştır. Ayrıca, içeride bulunan on iki sütuna eşlik eden havari heykellerini görebilirsiniz.
Burada yine küçük bir anektod vermek istiyorum. Avrupa Birliği'nin bayrağında bulunan on iki yıldız Hz. İsa'nın on iki havarisini temsil eder ve Avrupa Birliği Marşı'nı, Beethoven'ın 9. senfonisinin "cennetten çıkış" kısmı ihtiva eder.
NEREDE YEMEK YEMELİ?
Bu kısımda size güzel önerilerde bulunamayacak ya da bir fikir belirtemeyeceğim. Çünkü, Fransa'da geçirdiğimiz süre boyunca, her akşam yemeğimizi otele yakın bir dönerciden almak zorunda kalmıştık. Çünkü, biz her şeye rağmen öğrenciydik.:)
Burada Paris yazısının sonlarına geliyoruz artık. Umarım yazım sizi hem tarihi bakımdan hem de gezi planı bakımından biraz da olsa aydınlatmıştır. Paris'i gidip görmeniz dileğiyle... Hoşçakalın... Berlin'de görüşmek üzere...
Fotoğraf galerisi
Kendine ait Erasmus blogunun olmasını ister misin?
Yurtdışında yaşamayı tecrübe ediyorsan, tutkulu bir gezginsen veya yaşadığın şehri tanıtmak istiyorsan... kendi blogunu oluştur ve maceralarını paylaş!
Erasmus blogumu oluşturmak istiyorum! →
Yorumlar (0 yorum)