Beni Rahat Bırakın!
Kurtuba'yı hissettiren müzik Udla çalınır. Buyrunuz tıklayınız
Muhteşem Granada deneyimimizin ardından sabahtan Kurtuba'ya geçtik. Medina kısmını gezecek vaktimiz olmadığı için burada görmemiz gereken destinasyon sayısı nispeten daha azdı. Kurtuba zaten küçük bir şehir, birkaç saat içinde her yeri görüp bitirebilirsiniz. Otobüs durağında çantalarımızı emanete bıraktıktan sonra, yürüyerek şehri keşfetmeye koyulduk. Çok geçmeden ilk gidilmesi gereken yere ulaşmıştık bile.
Calle de Las Flores
Bu sokak da Granada'daki gibi hediyelik eşyalarla dolu, aynı zamanda çok fazla insan geçtiği için de hep hareketli. Kurtuba Camisi'nin hemen arkasında bulunuyor olduğu için rotanıza katmayı düşünmeseniz bile, muhtemelen içinden geçersiniz.
Kurtuba Camii
Bu sokağın hemen bitişiğinde bulunan Kurtuba Camisi'nin de bir giriş ücreti var. Bilet alıp içeriye girerseniz, bir yapının nasıl acı çektiğine şahit olabilirsiniz. 785 yılında inşaatına başlanan bu camii, Endülüs Emevilerinin başkenti olan Kurtuba'da sadece ibadet mekanı olarak değil, bir ilim merkezi olarak da kullanılmış. yaklaşık yüzer yıl arayla mescid, aynı üslupla büyütülmüş ve sonunda kocaman bir yapı halini almış. Mekanda bulunan at nalı kemerler Endülüsün karakteristik özelliği olduğu için burada da görmek mümkün. Buraya has olansa kemerlerin çift katlı oluşu.
Kemerler tuğlalardan ve beyaz mermerler yapılmış; rengiyle, yerleşimleriyle, yarattığı atmosferle Kurtuba Camii bambaşka bir yere dönüşmüş. Kemerlerinin yanı sıra mihrabı da çok özel, tabii gidip o parmaklıkların arkasından rahatça görebilirseniz. Bu cami, UNESCO dünya mirası listesinde de bulunuyor.
Kurtuba Camisi'ne çok haksızlık yapılmış. Bir yerdeki insanlara, bir nesle zulmederseniz; nesil yok olunca, tarihini yazmazsanız izlerine rastlayamazsın. Onların mirası eserlere zulmederseniz, bu nesilden nesile aktarılan, herkesin gördüğü, aşikar bir belge haline gelir. Kurtuba Camisi 1236'da katedrale çevrilmiş, 1523'teyse sırtına bir kiliseyi alarak onu ömür boyu taşımak zorunda bırakılmış. Merkezindeki 63 kemer kaldırılıp, kolonlarının üzerinden bir katedral kubbesi inşa edilmiş.
İç mekandaki kemerler arasına odalar inşa edilip, duvarlar örülüp, mezar odaları kurulmuş. Her tarafına tablolar, heykeller konulmuş. İçeride gezerken, yapının "Beni rahat bırakın" diye çığlık attığını işitebiliyorsunuz. Katedral kısmına geldiğinizdeyse, nispet yaparmışçasına çalınan kilise müziklerine; girdiğim başka kiliselerde bile rastlamadım.
Kurtuba Camii ve Katedrali, bir kültürün üstüne basarak nasıl yükselindiğinin somut bir kanıtı. Bir dönemin ilim merkezi olan Kurtuba, bunları hiç hak etmemişti. Burayı gezene kadar, tarihe uzaktan bakmaya kendimi zorladım; ama burada insan soğuk kanlılığını koruyamıyor ve mutlaka taraf oluyor. Bu katmanlı bir tarih değil, bu yapılan hoş gösterilemez.
Kurtuba Camii'nde Ayşe'yle birbirimizi birkaç kez kaybedip tekrar bulduk. Mekanın büyüklüğünü de bu şekilde ifade edebiliriz. Ayşe'yi her tekrar gördüğümde, biraz daha gelmesen ağlayacaktım sanırım, diyordu. Ben de aynı şekilde hissediyordum. Herkes öyle hissetmeliydi.
Camiden çıktığımızda; burada Romalılar tarafından yapılan köprü Puente Romano'dan geçtik. Bu köprünün de girişinde bir zafer takı var, Arco del Triunfo. Tabi ki o da Plaza del Triunfo içerisinde bulunuyor.
Bu köprü sizi Calahorra Kulesine götürüyor. Kulenin içi şu an Endülüs Müzesi olarak kullanılıyor.
Museo del Andulusia - Calahorra Kulesi
İçeriye girdiğimizde, bolca oryantalist tavır ve çarpıtılmış tarih göreceğimize emindik. Karşılaştığımız şeyse bizi beklediğimizin misli misli üstünde tatmin etti. Buranın girişinde de ücretsiz sesli rehber hizmeti sunuluyor ve sırayla odaları dolaşıyorsunuz. Endülüsteki ilmin gelişmişliğini göstermek adına keşfedilmiş aletler yerleştirilmiş, yapılan buluşlar anlatılmış. Bir başka odada dönemin ünlü filozoflarının fikirlerini kendi ağızlarından dinliyorsunuz. Burada İbni Rüşd'ün sözlerini dinlemenizi tavsiye ederim. Aynı şekilde İbnül Arabi de var, onun söylemleri de kendi düşüncelerini yansıtıyor. Başka odalarda El Hamra'nın ve Kurtuba Camisi'nin ışıklandırılmış maketlerini görmek mümkün.
Endülüste kullanılan enstrümanlar için bile ayrılmış bir oda mevcut.
Yapının en güzel kısmıysa, terasından köprüye ve şehre bakmak. Muhteşem bir manzaraya sahip.
Bu kadar övmeme rağmen, buranın oryantalist bir bakış açısıyla yapıldığını göz ardı edemem. Her şeye rağmen batının müslümanları sokmaya çalıştığı kalıbın içerisinden çıkabilmiş değil.
Simya Müzesi / Al-Iksir Museo de la Alquima
Asıl amacımız, Endülüs Evi olarak anılan Roger Garaudy'nin eşinin işlettiğini duyduğumuz için bizi daha da heyecanlandıran Casa Andalusi'ye gitmekti. Girişlerinin birlikte ve indirimli olduğunu öğrenince buraya da girmeye karar verdik. Endülüste yapılan simya çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmak için uygun bir yer. Simya da burada başlamış ve tonlarca farklı çeşit iksir, toz, ürün, elementlere verilen değerler, anlamlar hakkında bilgi burada mevcut. Vaktiniz varsa ilgi çekici bir mekan olabiliyor.
Casa Andalusi
Simya müzesinin hemen yanında bulunan bu evde, tipik bir endülüs evinin nasıl olduğunu görmek mümkün. Avlusuyla, ağacıyla, dinlendirici ortamıyla, içinde bulunan eşyalarıyla bence görülmeye değer bir mekan. İçeride bulunan çoğu şey satılık, antika ürünler. Aynalar, işlemeli takılar, vazolar... Bunların yanı sıra o dönemde bir kağıdın nasıl imal edildiğini de görebiliyorsunuz. Her adımı anlatılmış ve ne kadar zahmetli bir süreç olduğu ortada.
Kurtuba Sinagogu
Giriş ücreti de az olunca, bu küçük sinagogu da ziyaret etmek istedik. Kare planlı ve aynı endülüs mimarisiyle yapılmış. Endülüs döneminde inşa edildiği için, o dönemde bütün dinler bir arada, huzurla yaşayabiliyor; illa ki de birbirinden etkileniyordu. Mimari konusunda da Yahudiler, Müslümanların var olan mimarisini örnek almışlar.
Geri dönüş, Son churros
Gitmeden, Ayşe'ye son bir kez daha Churros yedirmek istedim. Gittiği memlekette çikolatalı lokmalara mecbur kalmadan, halis muhlis İspanyol Churrosu. Başka bir şeye benzemez! (benzer...) Burada yediğimiz churros pek güzel değildi, O girintili çıkıntılı dokusu yoktu, sadece hamur kızartması gibiydi. San Gines'i mumla aradık. Yine de yedik elbette.
Ayşe, Türkiye'ye döneceği için her Türk turist gibi buradan çikolatalar ve ilginç gıdalar götürmek istiyordu. Bir markete gittik, kasiyerin sonsuz bekletmesi yüzünden; otobüsü kaçırmamak için alamadan ayrılmak durumunda kaldık.
Yine otobüsü kaçırdığımızı düşünerek, istasyona koştuk. Kurtuba'daki otobüs garı, daire planlı. Ortasında da yine bir avlu bulunuyor. Benim şu ana kadar bulunduğum en güzel gar diyebilirim. Bulunduğumuz her mekana daha dikkatli bakarak, oranın güzelliklerini fark etmek; aslında her yerin değerli olabileceğini bize hatırlatıyordu.
Geri dönmek üzere otobüsteyken, fotoğraflara bakıp haftayı hatırlayarak; ne kadar çok şey yaşadığımızı fark ettik. Bunların hepsine biz şahit olmuştuk, ve bunu bir haftaya sığdırmıştık. Ayşe'nin gidecek olması beni gerçekten çok üzüyordu, yine yalnız kalacak olmak; bütün o koşuşturmacanın ardından, kendimden olmayan bir memlekette, dil bilmeden, yaşamak mecburiyetinde kalmak... Zor geliyordu. Ayşe yolda uyudu, ben Ayşe'nin gideceğini düşünüp hüzünle dışarıyı izledim.
Gece Madrid'e vardık. Ayşe'yi yarın uçağa hazır edip uyuduk. Evet, akşam yemek yemeyi de unuttuk.
Bu muhteşem hafta da böylece sona erdi...
Sabah kalkıp havaalanına gitmek üzere yola çıktığımızda, Al Campo'nun açıldığını gördük. Bu markete gitmek İspanya'da Ayşe'nin son isteğiydi, ve bu da gerçekleşmişti. Lindth çikolatalar, farklı çeşit peynirlerle Ayşe'nin çantasını doldurduk. Onu havaalanına bıraktım, kapıdan geçişini izledim ve paşa paşa eve geri döndüm.
Madrid kapısından atlayamadım,
Liralarım döküldü toplayamadım.
Vurmayın arkadaşlar ben yaralıyım,
El alem al giymiş, ben karalıyım.
Fotoğraf galerisi
Kendine ait Erasmus blogunun olmasını ister misin?
Yurtdışında yaşamayı tecrübe ediyorsan, tutkulu bir gezginsen veya yaşadığın şehri tanıtmak istiyorsan... kendi blogunu oluştur ve maceralarını paylaş!
Erasmus blogumu oluşturmak istiyorum! →
Yorumlar (0 yorum)