Have you made up your mind about your destination? The best accommodation deals are being booked fast, don’t let anyone keep ahead!

I want to find a house NOW!

Brüksel


  - 1 görüşler

Brüksel

Tarafından yayınlandı flag-tr Zeynep Dağdeviren — 6 yıl önce

Puslu, soğuk, şüpheci, resmiyetçi, kokulu ve sukunetli şehir. Ankara'dan küçük, eskişehir'den biraz hallice.Bulunduğunuz semte göre sokaklarında idrar, çikolata, waffle, insan teni ya da parfüm kokusunu alırsınız. 

Avrupa'nın başkenti, başkenti olduğu kıtanın haline bürünmüş biraz. Biraz mağrur ve öteleyici. Hani olur ya, piknik alanına gidersin de en güzel yerler kapılmıştır senden önce. Tabelaları takip edip uygun bi yer bulmaya çalışırsın kendine.. Burası da insana olması gerektiği yeri hatırlatan bi yer işte.. Turist misin? çapkın mısın? yerlisi misin? gediklisi misin? devlet memuru musun? Herkesin gezeceği gideceği yer önceden belli burda.

Fransız aksırdığında nezle olan şehir. yani dili, bakışı, mimikleri, şehir estetiği vs hep karbon kağıdı fransızın.. Flamanların da yeri önceden belli burda anlaşılan. Yine de bütün Avrupa'dan bir parça var. Heykeli, taş binası, eski kilisesi, arnavut kaldırımı sokakları.Tarih boyunca başkentlik rolüne usul usul ısındırılmış sanki: "herşeyden, her yerden bi parçan olsun, ama asla özgün bi şehir olma" 

Herkes kabullenmiş ama yerini. Kimsenin yüzünde itiraz okunmuyor. Endişeli olanlar, sadece gideceği yere geç kalmış olanlar. gerisi kurulmuş saat gibi, tıkır tıkır atılıyor adımlar. Metrolar geç kalmıyor, dükkanlar daha geç ya da daha erken açılmıyor. Hergün gittiğiniz restoranın garsonu, o güne özel ikram yapmıyor. Senaryo yüzyıllar önce yazılmış, insanlar her on yılda modaya göre elbiselerini değiştirip rutinlerine devam ediyor.

Korkacak bir şey yok bu şehirde. İnsanlar fotoğraf çekip gidiyor, şaşkın şaşkın eski taş binalara bakanlar en fazla bir dakika içinde yerlerini terk ediyor. Kendini en çok belli edeni, dükkan önlerinde bir kaç kişilik gruplar halinde gülüşüp bir kaç dakikalığına gürültü yapanlar. sonra onlardan da eser kalmıyor. Kimse kimseye bir şey sormuyor brüksel'de. dedim ya herkes herşeyi biliyor. İlk kez gelenler bile hiç bir şeye yabancı değil. Elleriyle koymuş gibi buluyorlar adreslerini. Senaryo tekrar ediyor kendini. Sabahları o koyu kahveler mutlaka içiliyor bir de.

Bir tuhaf dönüyorsunuz sonra geri dönüşünüzde. Bir öncekinden hiç bi farkı olmadan dönüyorsunuz. Metronun aynı durakları inşaat halinde. Aynı saatteki uçağa ulaşmak için aynı yollardan aynı havalanına dönüyorsunuz. Uçak havalanırken şehre dönüp bakmıyorsunuz bile, ne de olsa aynı şehirden ayrılıyorsunuz.

Aklımda kalan 2. nokta da hamur işleri oldu. kruvasanından tut da donatına, farklı farklı çöreklerine kadar ne bulduysam yedim. Arka arkaya o kadar hamur işini türkiye'de yesem muhtemelen mide kanaması filan geçirirdim. Ama burda sanki hiç bir şey yememişim, böyle bir hafiflik, böyle bir güzellik yok. Panos diye bir mekan var, türlü türlü sandviçler, çörekler kruvasanlar satıyor. burada satılan her şey şahane, tren istasyonlarında, metrolarda sokak aralarında, her yerde var bu mekanın bir şubesi. Zaten acayip bir sandviç düşkünlüğü var memlekette, sürekli yanınızdan yürürken sandviç yiyen bir tip geçiyor, oturarak yemek yemek çok yaygın değil. Carrefour'da sandviç standı kurmuşlar, istediğin malzemeyi seçip koyduruyorsun, kasada da ödüyorsun. ayrıca yine carrefour'da bir sürü şahane hamur işi satılıyor. Eğer çikolatalı kruvasan görürseniz yemeden dönmeyin derim. 

Otobüs sistemi de bir garip. bizde toplu geçiş kartlarından olmadığı için, ilk 2 gün binip şoföre para vererek küçük bir servet harcadık. Sonra dikkat ettik ki bazı insanlar orta kapıdan binip oturuyor, kimsenin sorduğu yok. aynı şey metro ve trenlerde de geçerli, basanlar basıyor, ama basmayanlara kimse sormuyor, zaten turnike filan da yok. Trenler gayet varoş, Avrupa'nın başkenti diyerek bakımlı bir şehir beklemeyin, göçmenlerin çok olduğu her şehir gibi burası da oldukça bakımsız, tren -metro beklerken sigara filan içilebiliyor. 

Emin olmamakla birlikte, sanırım türkler bu şehirde biraz izole bir şekilde yaşıyorlar. Çünkü, şehirdeki yoğun türk nüfusuna rağmen, merkeze indiğimizde restoranlarda vb. çalışan tek bir türke rastlamadık. Bunda dil öğrenememelerinin etkisi olabilir. Her yerde su gibi fransızca konuşan mısırlı, faslı, cezayirli göçmenler çalışıyor. sadece Yves Rocher'de 2 tane türk kız çalışıyordu, onlar da muhtemelen orada doğan 95-96 doğumlu tiplerdi, türkçeleri de çok kötüydü.

Tren bileti satanlar çok yardımsever, bir tanesi en küçüğümüz bile 26 yaşını doldurmuş olmasına rağmen, Brugge'e giderken, size ucuz bir şeyler bulmaya çalışacağım, deyip bize genç bileti ayarladı. Ve uzun uzun nasıl kullanılacağını anlattı.Eğer yardımsever biri denk gelmezse, olay şöyle oluyor, 26 yaş ve altı için satılan bu biletler, grup bileti şeklinde alınıyor, elle dolduruluyor ve tarih atılıyor. Dönüşte de yine gidiş dönüş yerleri elle doldurularak kullanılıyor. Biz bu sistemden bihaber olmamıza rağmen sempatik zenci biletçi abla sayesinde neredeyse yarı fiyatına gidip geldik. Brugge ve Gent'e giden trenlerde bilet kontrolü yapılıyor, şehir içi gibi değil, hatta kondüktör bizi tren bomboş olmasına rağmen first classtan kovup kendi deliğimize gönderdi zorla.

Gitmeden araştırıp Delirium adlı bir bar olduğunu ve burada 2000 küsür bira servisi yapıldığını öğrenmiştim.Orada bulunduğum süre içinde böyle bir yer bulamadığım gibi, şemsiyesinde delirium yazan bir yere aa bulduk oturalım diye arkadaşı da zorla oturtup, mekanın saçma sapan turist kazıklamak üzere kurulmuş bir restorant olduğunu öğrenince kaçarak uzaklaştık. Garsonları çok kaba, wi-fi şifresi sorunca suratınıza küfretmişsiniz gibi bakıyorlar. ama en azından burda wi-fi bulabiliyorsunuz, Paris'te oturduğumuz kafelerde wi-fi olmadığı gibi, sorduğumuz için garsonlardan bir dayak yemediğimiz kalıyordu. 

Biraları bizim damak tadımıza çok uygun değil. ama alkol oranları oldukça yüksek olduğu için, bira bizdeki kadar hamallık sayılmıyor. Genelde alkol oranları %7,5-9,5 arasında değişiyor. Hoagardeen Rose adlı frambuazlı birası müthiş. Eğer dönüşte bavulunuzda yer varsa bu biralardan çeşit çeşit alıp Türkiye'ye getirebilirsiniz, en güzel hediye oluyor çoğu zaman, hem sevdiklerinizle beraber tatma şansınız da oluyor. Ama benim gibi salaklık edip Leffe getirmeyin, o Türkiye'de varmış. 

Manneken Pis ufaçık bir işeyen çocuk heykeli, pek bir numarası yokmuş.  

Bir de waffle yiyecekseniz Brugge'de değil Brüksel 'de yiyin. Biz öyle bir hataya düştük berbat bir waffle yedik, hatta öyle bir midemize oturdu ki, akşama kadar başka tek lokma koyamadık ağzımıza.

Uzun olduğu için okumayıp geçeceklere Özet: Brüksel'e bir nedenden dolayı gittiyseniz ve bir süre orda kalacaksanız, her fırsat bulduğunuzda Brugge'e gidin. Fırsat bulabiliyorsanız, paris'e, amsterdam'a filan da gidin brüksel'de gezicem diye kasmayın.

Köln'e tren ile uzaklığı 1:40 dakika civarındadır. Düsseldorf ve Amsterdam'a da benzer uzaklıktadır. Diğer Avrupa şehirlerinden köklü bir farklı niteliği yoktur. Bir hafta sonu ziyaretinde şunları yaptığınızda şehir çoktan bitmiş olur: 

1-) İşeyen çocuk heykelinin yanında fotoğraf çektirin (Bu heykel nasıl bir turizm pazarlama tekniği ile sunulduysa artık, önünde kalabalık kuyruklar oluşur. noel'de noel baba, futbol maçlarında milli takım forması vs. giydirilerek türlü hallere sokulması sempatik tabi...)

2-) Waffle'ın çıktığı ülke burası olduğu için mutlaka waffle yiyin. Heykelin yanındaki mağazalarda çok sayıda var. Dükkandan satın alıp dışarıda ayakta yemeniz önerilir.Ellerinde waflle olan yüzlerce insanın içine karışıp, hazır herkes mutluluk hormonu salgılarken birileri ile tanışmanız ve hoş vakit geçirmeniz olası...

3-) Çikolata mağazalarına rastgele dalın, gördüğünüz çikolatayı yiyin.

4-) Çizgi roman müzesine gidip sıkılın (tabi fransızca biliyorsanız o ayrı, bütün karikatürler fransızca zira)

5-) Tenten resim/heykelleri ile fotoğraf çektirin. Üzerinde tenten bulunan herhangi bir şey alın. (aynısı işeyen çocuk heykeli için de geçerli)

6-) Meydanın paralelindeki rue des bouchers isimli sokakta (ki en sevdiğim yer burası oldu benim) biraz yürüyün sonra orada mutlaka midye+patates kızartması+bira üçlüsünden oluşan (13 euro) civarı menülerden pahalı filan demeden yiyin. (Ben chez leon isimli restoranda yedim. çok tanınan bir restoran, karşısındaki armes de bruxellis de meşhur bir yer.) Altını çiziyorum buralarda midye mutlaka yiyin. Midyeler içine dolma konulmadan tereyağı maydonuz vs. karışımı çorba benzeri bir şeyin içinde tencereyle geliyor. Gerçekten çok eğlenceli yemesi... Ön yargınız yoksa salyangoz (escargot) da deneyebilirsiniz. Deniz ürünleri ve kabuklular konusunda çok iddialılar. Öte yandan buralarda at eti veya köpek de vardı ama ben yemedim bu türleri. Değişiklik arayanlar deneyebilir şüphesiz. [Dün burada türkiyeli bir çift vardı yan masamda ve erkek olanı şaşırdı at etine baya bir, yurt dışında türkçe konuşan birinden rahatsız olma sorunsalından dolayı kendileri ile konuşmadım ama sohbetlerini dinleyip kendi kendime eğlendim baya, selam ediyorum buradan kendilerine. sözlük yazarı/okuru gibiydiler, sevimliydiler oldukça)

7-) Olabildiğince çok türde bira deneyin. Benim önerim rue des bouchers'tan sağa doğru bir çıkmaz sokakta yer alan delirium taphouse'a gitmeniz. Özellikle akşam saatlerinde erasmus öğrencileri ile hostelde kalan gezginlerin uğrak yeridir. Kapısında ayakta bira içen kitle içinde herkes yeni tanışıyor olur. Burada onlarca çeşit (çikolotalı bira dahil) bira var. Benim önerim delirium nocturnum isimli % 9 alkol oranı olan ale benzeri bira.Pekmez tadını sevmiyorsanız beğenmezsiniz ama...

8-) Avrupa Parlementosna gidin. Parlamenterium isimli yerde ab tarihi, antlaşma metinleri, parlamento gruplarının görüşleri vs. hakkında bilgi alabilirsiniz. Ben eğlendim. Konuyla ilgisizler sıkılabilir.

9-)Atomium'a gidin (metro ile gitmeniz gerekiyor) japon evlerini filan görün. Karşısında miniaturk'un avupa versiyonu olan mini europe var. Oralara bakın bir.

10) Grote markt'a (esas şehir meydanı yani) güneşli saatlerde gidip meydandaki insanları izleye izleye biranızı yudumlayın. Burada klasik Belçika biraları içmelisiniz bence (Bilmeyenler için not: bira uzmanlarına göre en iyi biralar belçika biralarıdır. Duvel ve Stella Artois gerçekten keyif veriyor. paranız azsa jupiter diye ucuz biraları var o da güzel tabi.) hangisi olursa olsun belçika biraları ile birada köpüğün neden önemli olduğunu idrak edeceksiniz.

11-) Şehri zaten gezeceksiniz haritadaki istikametlerde.Benim söyleyecek bir lafım olmaz, ama place de l'albertine isimli meydandan place royal isimli soyluluar meydanına çıkarken bir durup, basamaklarda oturup, az biraz güneşlenmenizi ve kendinizi dinlemenizi öneriyorum.

12-) Sosyalist iseniz, komünist parti manifestosunun bu şehirde yazıldığı bilgisini hatırlatmış olayım.Tabi tren garı yakınında (çok küçük de olsa) rosa lüksemburg meydanı ilginizi çekebilir. Öte yandan tıpkı Ankara gibi şehrin caddelerine çeşitli siyasilerin isimlerinin verildiğine şahit olacaksınız. simon bolivar caddesi filan gibi... (Karşı devrimcilerin isimlerine de yer veriliyor tabi.Mesela stalingrad caddesi gibi) 

13-) Şehrin muhtelif yerlerinde türkiyelileri göreceksiniz. Ortalama bir Türkiyeli iseniz büyük ihtimal sözlükte türklerin birbirlerini sevmemeleri şeklinde kavramlaştırılan hastalıktan mustaripsinizdir. Bu nedenle her ne kadar onlarla kaynaşmak zorunda değilseniz de (bkz: yurtdışında türklerin aralarında kaynaşamaması) yaşadıkları bağlamdan kopuk biçimde hor görmeyin lütfen insanlarınızı.

13-) Son olarak, şayet milliyetçi iseniz çok dilli yaşamın nasıl mümkün olduğunu görüp öz eleştiri yapın.

Bunlar yapılmışsa artık Brugge'a doğru yol alabilirsiniz.


Bu mekanı puanla ve yorum yap!

Burayı (Brüksel) biliyor musunuz? Bu mekanla ilgili görüşlerini paylaş.


Hesabınız yok mu? Kaydol.

Biraz bekleyin lütfen

Koşun hamsterlar! Koşun!