Badajoz'da ilk gün
Eve adımımı atarken arkadaşıma ayakkabımı çıkarmam gerekiyor mu diye sormak zorunda kaldım. Çünkü evde halı yoktu. Evde ayakkabıyla dolaşmayı da hiç istemiyordum. Neyse ki beni terminalden almaya gelen arkadaşım ayakkabılarımı girişteki sol tarafa bırakabileceğimi söyledi. Sağ tarafta ise mutfak vardı. Ayakkabılarımı bıraktığım duvarın arkası arkadaşımın odasıydı. Mutfak ve arkadaşımın odasının duvarları kısa bir koridor oluşturmuştu. Koridorun sonu birden oturma odasına dönüşüveriyordu. Bu salon küçük bir televizyon, ikisi tek çkişilik, birisi çift kişilik koltuk ve bir de iki sandalyesiyle birlikte yemek masasından ibaretti. Salonun güneybatı cephesinden aşağı merdiven iniyordu. Benim odama gitmem için muhtemelen bu merdivenlerden aşağı inmem gerekiyordu ancak bununla o anda o kadar ilgilenmedim. Çünkü çay içmediğim yaklaşık 48 saat olmuştu ve ben bir tiryakiydim. Neredeyse hiç soluklanmadan mutfağa koştum. Tabii ki demlik yoktu. Su kaynatmak için gözüme çarpan ilk şey tencere oldu ve onu bir miktar suyla ocağın üzerine koydum.
Türkiye’den getirdiğim çayımızı içtikten sonra arkadaşım odamı gösterdi. Burası yaşamımı devam ettirebileceğim bir mekândı. Bir an evvel yerleştim.
Badajoz tahmin ettiğimden daha küçük mamafih hayli gelişmiş bir kentti. Yüz ölçümünden beklemeyeceğiniz yüksek katlı binaları, araba galerileri, alışveriş merkezleri, biri yalnızca yayalara tahsis edilmiş dört köprüsü vardı.
Benim en sevdiğim özelliği ise bu dört köprünün müsebbibi Guadiana nehriydi. Bu nehri görür görmez aklıma “Acaba burada balık tutmak yasal mıdır?” sorusu gelmedi değil.
Şehrin etrafında kale duvarları vardı. Günümüze kadar kaç restorasyon görmüştür bilemiyorum ama şehrin simasını benim gözümde güzelleştiriyorlardı. Tam merkezde belediye binasının olduğu yerde ise büyük, kente hakim bir çan kulesi vardı. Bu kule, nehrin karşısından bile kolayca seçilebiliyordu. Şehirde bazı ince ayrıntılarda gizli tarihten izler vardı. Yüksek tahta kapılar, şu anda yayaların kullandığı ama bir zamanlar şehri nehrin karşısına tek başına bağlayan taş köprü ve tarihi şehrin giriş kapıları bunlardan bazıları. Belediye binasının da restore edilmiş tarihi bir bina olduğunu tahmin ediyordum çünkü yüksek tavanına ve kalın duvarlarına başka mana verememiştim.
İlk geldiğimizde Badajoz oldukça sıcaktı. Markete gidip gelirken hep gölgeleri kovaladım. Aksi taktirde buhar olup uçma ihtimalim vardı. Bizim evde neden ısıtma sistemi olmadığını bu sıcaklara bağlamıştım. Coğrafi olarak da Türkiye’ye kıyasla ekvatora daha yakın kalıyorduk. “Bu memleketin kışı Arabistan gibi sıcak olacak” diye düşündüm. Ne kadar çok yanıldığımı Kasım ayının ortasında anladım. Havalar birden soğudu. On gün öncesinde markete giderken gölge aradığım sokaklarda, montumu tıpkı gurbette karşılaşıp sarıldığım akrabam gibi hasret gidermek istercesine sıkıyordum. Havalar bir daha asla eskisi kadar sıcak olmadı.
Badajoz’da her türlü ihtiyacınıza cevap verebilecek alış veriş merkezleri ve marketler vardı. Alış veriş merkezlerinde elektronik eşyalar, mobilya, takı aksesuar gibi envai çeşit ürünler vardı. Süper marketlerde ise vakumlanmış ahtapota bile rastlayabilirdiniz.
Pazar günleri, diğer resmi tatil günleri ve siesta saatlerinde yukarıda bahsettiğim yerlerin çoğu kapalı olmasa tadından yenmezdi. Çünkü bir keresinde bu mekanlar kapalı olduğu için yağda salçalı soğan yapıp yemek zorunda kalmıştım.
Genel olarak şehirde yaşamak çok da zor olmadı. Ama okulda bizi bambaşka zorluklar bekliyordu…
Fotoğraf galerisi
Burada (Badajoz) yaşadığın Erasmus deneyimini paylaş!
Badajoz yerini bir yerli, gezgin veya değişim öğrencisi olarak biliyorsan... Badajoz hakkındaki düşüncelerini paylaş ! Farklı özelliklerini puanla ve tecrübelerini paylaş!
Deneyim ekle →
Yorumlar (0 yorum)